26 Kasım 2012 Pazartesi

LİTTLE MİSS SUNSHİNE -KÜÇÜK GÜNIŞIĞIM



Çok uzun zaman önce seyrettiğim bu filmin DVD'si geçti elime az önce.... İletişim sorunu yaşayan tipik bir Amerikan ailesinin trajikomik uzun yol hikayesini konu edinmişti film. Bu uzun yolculukta aile hiç olmadığı kadar iletişim kurmuştu birbiriyle. Çok gülmüştüm izlerken...Oysa filmi bir kere daha düşününce ağlanacak hallerine gülmüşüm meğer.

Sahi sadece Amerikan ailelerinin mi sorunu iletişimsizlik? Türk aile yapısı herşeyin konuşa konuşa halledilmesine müsade eder yapıda mı? Tabiki buna tek bir yanıt vermek imkansız.Her ailenin kendi kuralları, kendine has bir yapısı var. Hayat şartları, eğitim, ana-babaların alt yapıları belirliyor bu kuralları. Ancak  şunu şöyleyebilirim ki ben 'iletişim ' kelimesiyle büyümedim. Yani okullarımızda da ilkokuldan itibaren iletişin kurmak kurmak önemlidir, iletişim her ilişkinin gidişatını belirler gibi temel cümleler hatırlamıyorum.Müfredatta mı yoktu, iletişim yerine başka bir kelime mi kullanıldı hatırlayamadım. Belki de Türk milleti olarak iletişim yeteneğimize çok güvendik,  güvenilmeyecek gibi de değildi yani! Baba her zaman haklıdır, en son babalar duyar, anne terliği hedefi 12'den vurur, aman kimse duymasın, küçükler her lafa karışmaz, sen sus bakayım çok konuşma kendine sakla, boyundan büyük laflar etme....Bir kaç nesil işte bunlarla büyüdük, kimimiz daha şanslı kimimiz ise iyice bastırılmıştık bu konuda.  Ama pek çoğumuz sorunların  konuşularak halledilebileceğini çok sonra farkına vardık.Kendi evlerimizin anne babaları, kendi ilişkilerimizin kahramanları olunca, birşeyler ters gittiğinde sarıldığımız o kitaplarda iletişim eksikliğini gördük, terapistlere paralar döktük, karşımıza yine iletişim sorunu çıktı....Zerre suçlamadık kendimizi, çünkü biz aynı anda gazete okurken çocuğunu dinleyen, karısının gösterdiği birşeyi  maç izlerken üstün körü bakan, ütü yaparken çocuğunun ödevine yardım edebilen süper kahramanlardık... İletişimde neydi, saçımızı süpürge etmişken çocuğumuza,gençliğimizi vermişken O'na.
 
Oysa ne saç süpürge olurdu ne gençlik elden giderdi bir kahve eşliğinde mutlu musun bu hayattan diye sorabilseydik, içimizden geçenleri içimize atmak yerine karşımızdakine anlatabilseydik,  kozlarımızı salon penceresinin yanında,  o hep duran, fiskos masasının etrafında   paylaşabilseydik....Keşke yapabilseydik....